Ey Gökyüzü, Ne Kadar Alçaktayız

    Sürüsü uçuruma düşmüş çoban gibi geliyor gece. Karanlığa boğulmuş sesinden gündüz akmıyor. Akmıyor kimseye bir aydınlık. Nefesi kömür ocağında kalmış ciğerden kara, içinde binlerce yara gördüğünü yıldızlara söylemiyor. 

    Karanlığa alışıyor gözlerim. Küçüklükten kalma alışkanlığımdır, beyaz sayfalara siyahlar yazmak. Çünkü yıldızlara dokunsam kayar ellerimden. İncinir benim dokunduğum. Bilmesem de nasıl incittiğimi bir ağaç gibi dolu doludur incitişlerim. İstemem üzmek fakat yol ortasında taş olmak da istemem.

    Çiçekler görse gözlerimi, kış geldiğini düşünür bakışlarımdan. Öğrenemediysem yazı bu kimin suçu. Hem suç sahipsizdir ama ona da kıyamam. Suç da benim olsun kış da. Üşütüyorsam donduğumdandır ama bırakın donayım. Kar yağarsa bulutlarımdan beyazla kurtarırım belki yeryüzünü.

    Yolcular yadırgıyor mevsimimi. Baykuş ötüyorsa huzur sokağında suç yine benim. Gölgeme söyledim, alıp başımızı gittiğimizde bir ağaç altına; suçlarımızı da alıp gideceğiz. Dinlenecek o zaman yolcular, duraklar ve harfler. 

    Biliyorum. Bekleyenlerin eskittiği duraklarda biriktirdim bulutlarımı. Yağmayı öğrenemedimse de karlar biriktiriyorum temize çekmek için. Hem alçakta yaşadığımı ama alçaklaşmadığımı biliyor gökyüzü. Ayrımlarım değil bulutlarım anlatsın. 
Ey içime düşen yıldırımlar ben yağmak nedir bilmem. 
Ve bilmem içimden başka yağmurları...

Yorumlar

  1. Öyle çok kelam var ki, bu yazıya söylenmek istenen...
    Ve öylesi bir sessiz haykırış...
    Sadece gökler anlıyor galiba.
    O vakit sükut diyelim,
    Asırlardır edilen nasihatlere uyup. Vesselam...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kelimelere susuyorum hocam. Hem susuyorum hem de susuyorum. Göklerden başka çaremiz yok.

      Sil

Yorum Gönder

Yorum Yapmak İçin..