İlkokula yahut ortaokula gittiğim zamanlardı. Keçiören'de gecekondu mahallesinde oturuyorduk. Sözüm ona, mahalle geri kalmış gecekondularla dolu olsa da biz güya gelişmişliği ifade eden apartman dairesinde yaşıyorduk.
Karşımızda ceviz ağacı altında gölgelenen minik bir ev vardı. Hayata maruz kaldığı için yaralı yaralı bakması, içinde kimsenin oturmaması gelip geçtikçe beni üzerdi. İnsan hem eskiyip hem eskiten bir varlık olduğu için ne kadar kahrını çekse de evi; yağmurdan, fırtınadan korusa da günü geldiğinde gözü görmeden, birden fazla üst üste konmuş sanki sınıf farkı gözetir gibi duran anlamsız daireler için şahsiyeti olan bir evini bile bile kurban edebiliyor. Hem de gölgesinde oturduğu ağacı gözü görmeden. Bu beni hep üzer. O ev ve ceviz ağacı için de içime doğru akmıştı gözlerim...
Bir gün okuldan gelirken işçi çocuğu dondurması aldık ve gazeteye sardırdık. İşçi çocuğu dondurması dediğimiz dışı çikolata kaplı, içinde de bildiğimiz krem şanti olan herkesin değil garibanların aldığı bir dondurma. Garibanlık öyle derin ki "göz hakkı" olmasın diye gazetelere sarıp alıyoruz. Şayet gazete yoksa kuytu yerde yemeye çalışıyoruz. Onu da bulamazsak bir dondurmayı kaç kişi gördüyse arkadaşlarımızdan hepsine birer ısırık için alması için adeta yalvarıyoruz. Yoksa hakkını ödeyemeyiz biliyoruz...
Sokaklarda o kadar belli ki sınıf farkı. Zengin çocukları deri futbol topuyla babaları, anneleri gözleminde oynarken futbolu, gariban çocukları geceden başka eve gelmeyi bilmeyen sokak aralarında babasız, annesiz şekilde plastik topla oynarlardı. Tabi ben oyun bilmem. Hayatı izlemek için gelmişim. Neyse konuyu dağıtmayayım.
Okuldan yine beraber geldiğimiz bir gündü, kardeşimi yorulmasın diye akülü tekerlekli sandalyemin arkasına attım ben de içimden düzenli konuşan biri olduğum için etrafı seyrederek ve tefekkür ederek eve doğru gidiyorum. Mahallemizde deri bir futbol topunun dünyalık hayaller gibi yerde yuvarlandığını gördüm. Mahalle bizim de deri top? Çünkü matematiksel olarak bile mümkün bile değil.
Yaklaştıkça selamlaştık arkadaşlarla. Sonra öğrendim tabi olayın aslını. Zengin mahallesinde oturan bir çocuğun deri topu patlamış. O da çöpe atmış. Ankara ağzıyla söylersem "bizim bebeler" çöpten alarak topta da ufacık bir kesik yer açarak içine plastik topun havasını indirip yerleştirmişler. Sonra şişirip deri top olarak oynamaya başlamışlar.
Hayat böyle işte. Kiminin çöpü, kiminin uzun çöpü... Hoş, küle dönünce hiçbirinin anlamı kalmıyor. Külden öncesinde de sonunu kimse bilmiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum Yapmak İçin..